Sevmeye o kadar hasret kalmıştı ki Mayıs, keşke karşısına onu
sevmesine izin verebilecek biri çıksaydı. Çıkmıyordu bir türlü olmuyordu. Hal
bu ki o kadar ihtiyacı vardı ki birisini sevmeye, bağlanmaya…elini tutmaya,
kokusunu içine çekmeye, yüzünü görünce gülmeye, kadehini paylaşmaya, kederleriyle
eğlenmeye, beraber sessizce oturmaya, yeni güne günaydın diyerek başlamaya.
Beraberliğe dair ne varsa özlüyordu, hem de deli gibi ama bastırıyordu bu
isteğini. Bahanelerine konsantre
oluyordu hemen.
Yalnızlık zor olmasına zordu da beraber olmaktan kolaydı. Kavgası
yoktu, gürültüsü yoktu ama işte gel gör ki Mayıs ikna edemiyordu kendini, yalnız
kalmaktan çok korkuyordu. Korkuyordu ama duvarlarını yıkamıyordu… Yıkmamak için
direniyordu. Önce kendimi toparlamalıyım diyip, kendini toparlamak adına en
ufak adımı atmıyordu.
O da kendini diğerleri gibi günlük hayatına esir etmişti
kendini. Kafasını kaldırıp bakmıyordu hala kendine, gönlünden geçenlere hiç mi
bakmıyordu. Mantığı izin verdiği sürece yaşıyordu. Kendi elleriyle kendini
hapsetmişti, bunu biliyordu ama değiştirmek için hiçbir şey yapmıyordu, yapamıyordu.
Her şeyden korkuyordu, en çok da kendinden korkuyordu. Ne kadar sevebileceğini
biliyordu, nasıl inanabileceğini, neler yapabileceğini… Ama yanılıyordu artık
yapmayacağını kendine itiraf etse biraz rahatlayacaktı.
Ama herkes çok yorgundu en az Mayıs kadar. Hayat yeterince
zordu, yıpratıcıydı. İnsan evden bakkala gitmek için bile çıkmak istemiyorken
biriyle buluşmak için niye çıksın ki. Üstelik artık sevişmeler bu kadar
basitleşmişken. Kim bir sevgiliyi ne yapsın? Her gece yeni sevgilileri yeni
umutları olan insanlar neden bundan vazgeçsin ki? Öte yandan herkes aynıydı biriktirilmiş
kırıklıklar, göz yaşları, ihanetler, tartışmalar, ego savaşları ama yine aynı
ihtiyaç vardı neticede herkes sevilmek istiyordu.